Bir İsviçre Masalı – I. Bölüm

“Eda yine nereye gidiyorsun?”

“İsviçre’ye, hikâye anlatıcılığı projesine.”

“Ne yapacaksınız projede?”

“Bern, Potsdam, Berlin ve Istanbul’dan gelen gençlerle bir arada çalışıp hikayelerimizi sahneleyeceğiz.”

“İngilizce mi anlatacaksınız?”

“Yok, herkes kendi dilinde.”

“E nasıl anlayacaksınız birbirinizi?”

“Bilmiyorum ki.”

Gerçekten bilmiyordum.

Merak ediyordum.

Bilmediğin bir dilde sinema izlemek gibi bir şey miydi bu?

İşte bu heyecan ve merakla başladı 10 günlük Bern yolculuğu.

3 farklı ülke :İsviçre, Almanya, Türkiye

4 farklı şehir : Bern, Potsdam, Berlin, İstanbul

8 farklı dil :Almanca, İsviçre Almancası, Türkçe, İngilizce, Fransızca, Arapça, Boşnakça, İspanyolca

25 genç

1 projede birleştik:

Kulak Ver Bana 

 

Havuçlu Tarçınlı Kek

isviçre hikaye anlatıcılığı eda 3

Zürich’e indiğimizde bizi karşılayan güneşten anlamalıydık bu yolculuğun fırından yeni çıkmış mis gibi kabarık kek etkisi yaratacağını.

Bizi Zürich’ten alıp Bern’e götüren Cazıım,

İçi İsviçre çikolatalarıyla dolu Hoşgeldiniz yazılı notlarla karşılayan Natascha,

Bizi mutlu etmek için çırpınan Bern koordinatörü Azad,

Lezzetli yemekleriyle damaklarımızı şenlendiren Ermeni Lokantası sahibi Mizirabi.

Öyle güzel karşılandık ki burada mahallede çok sevdiğimiz bir teyzenin evine buyur edişi gibiydi bizi ağırlayışları.

Sadece insanları mı?

Bern’in kendisi de öyle bir buyur etti ki bizi içine, soğuk bir hava beklerken güneşle ısıttı içimizi.

Yemyeşil bir doğa, elini uzatsan yakalayacakmışsın efekti yaratan pofuduk bulutlar, nehir kıyısına yakın bir hostel, şehrin etrafını bir kale gibi saran muhteşem Alpler, cıvıl cıvıl şehir meydanı, mis gibi temiz bir hava, yazdan kalma bir gün. Bern’in masalsı güzelliğini ilk gün içimize işte böyle çektik.
isviçre hikaye anlatıcılığı eda 5
Ertesi gün diğer ekiplerle tanışıp kaynaşmalar, güven ve bağ oyunlarıyla başladı. Eğitmenimiz ve kolaylaştırıcımız Suse Weisse bizi türlü egzersizlerle birbirimize bağladı. Suse, öğretim görevlisi ve profesyonel hikâye anlatıcısı müthiş bir kadın. Bu proje boyunca bizi 5 farklı hoca çalıştırıyor olacak. Potsdam’dan Suse, Berlin’den İlhan Emirli, Bern’den Azad ve bizim ekibin başında da Nazlı ve Senem.

Hikayelesek de mi Doğaçlasak? Doğaçlasak da mı Hikayelesek?

Bern, Potsdam, Berlin ve Istanbul. Herkesin ülkesinden getirdiği, üzerine çalıştığı hikaye ve masallar vardı ve bunları Bern’de çalışıp birlikte sergileyecektik.

Bunların yanında özel soslu hikâyeler de olmasın mıydı?

Bu kadar farklı geçmişlerden bir araya gelen insanla sınırlar ötesi doğaçlama hikâyeler yarattık biz burada.  Hem de bilmem kaç farklı dilde.

Söz gelimi şöyle bir şey oluyordu:

Kartlardan ilham alarak, origami şekilleri üzerinden 3-4 kişi birlikte hikâye kurgulayıp bunu anlatıyorduk. Partnerim hikâyeye Almanca başlıyor, ardından ben Türkçe devam ediyordum, diğer partnerim İsviçre Almancasıyla hikâyeyi benden devralırken, bir diğeri de hikâyeyi İngilizce sonlandırıyordu.

Tam bir çeşitlilik! Farklı baharatları katarak birlikte bir yemek yapmış ve servis etmiş gibi bir his. Tadına baktık, enfesti!

Biyografik Çemberler

Bunca yaratılan ve çalışılan hikâyeler içinde kendimizi de unutamazdık elbette. Her birimiz başlı başına bir hikâyeydik ve hayatımızda bir sürü anı biriktirmiştik. İşte bunları da paylaşmanın zamanı gelmişti. Farklı geçmişlerden gelen onlarca insan bir çemberde birleşti ve iç dünyalarını açtı birbirlerine.

Dil mi? Duygu mu?

isviçre hikaye anlatıcılığı eda 6
Bern, Potsdam ve Berlin grubu gösteri ve hikâyelerini kendi dillerinde bize sunarken, beynim o güne kadar bilmediği anlamsız bir sürü sesi anlamlandırmaya çalışarak ısınmaya başlamıştı. Sağlı sollu zonklamalar, yer yer kaşınmalar baş göstermişti. Bakıyor, duyuyor, görüyor ama anlamıyordum. Ama ben anlamak istiyordum yahu. Kahretsin, dil bu kadar büyük bir bariyer miydi?

Sonra farkettim ki, daha çok duyduklarıma odaklanıyordum. Çinliler dinlemeyi 4 sembolle ifade eder: Göz, Kulak, Kalp, Dikkat. “Sadece duyma, dinle ama kulağınla değil kalbinle, gözünle tüm dikkatinle dinle” demektir bu.

Ben de bu sefer anlıyormuş gibi dinlemeye başladım. Dili değil, duyguları takip etmeye başladıkça sihir gibi bir şey oldu. Bilmediğim bir dilde bir masal anlatılıyordu ve ben her nasılsa anlıyordum. İşte o sırada hikâye anlatıcılığının gücü bana kocaman bir gülücük atarak göz kırptı.

Park Prova

Sıra bize gelmişti. Biz de diğer ekibe hikâyelerimizi sergilemek için provalara başladık. Prova yapmak için ille bir atölye ya da bir salon mu lazım her zaman? Güneşli bir haftasonu kendimizi Bern parklarından birinde bulduk. Ben bir köşede masalımın kahramanı Hilal ayısını ininden çıkarırken, Uğur, koyunlara Leyla ve Mecnun’un hikâyesini anlatıyordu. Bir tarafta Gamze, Pıspıslı Hanım’ın göbek atışını gösterirken; Cansu Şahmeran’ı kuyulardan çıkartıyordu. Ferhat horozunu üüü rüü diye öttürürken; Berfin, Kurt Kadının dansıyla ritm tutuyordu. Bir de bu sırada parktan geçen Bern halkı vardı ki, onlar da şaşkın şaşkın bizi izliyordu.

İngilizce ve Almanca parçacıklı Türkçe

isviçre hikaye anlatıcılığı eda 7
Eğitmenimiz Nazlı’nın da tavsiyesiyle masalımı İngilizce ve Almanca kelime serpiştirilmiş Türkçe anlatmaya karar verdim. Bu benim için bir ilkti. Dile adapte etmesi ve anlatması biraz sancılı oldu ama sınırlarımı zorlamam açısından da çok keyifliydi.

İstanbul grubu olarak hikâyelerimizi sunduktan sonra inanılmaz takdirlerle karşılandık. İzlediğimiz her grubun anlatıcılık tekniği ve sahnesi çok farklıydı. Bizim ki de öyle oldu. Hatta biraz daha çarpıcı. Burada Nazlı’nın güçlü eğitimciliğinin ve işini büyük bir tutkuyla yapmasının payı büyük.

Bizi izleyen diğer gruplardan şunları duyduk:

“Seni dinlerken keşke Türkçe bilseydim dedim. Anlattıklarının hepsini anlamadım, ama öyle güzel anlatıyordun ki seni dinlemekten kendimi alamadım.”

“Siz masallarınızı anlatırken kültürünüzü daha çok merak ettim. Berlin’deki Türklere karşı bir ön yargı var, bizden bağımsız. Ama siz farklı gibisiniz, sizi daha çok tanımak istedim.” 

Ey masal anlatıcılığı! Sen nelere kadirsin! Bir masal anlatıyorsunuz ve bu duyguları uyandırıyorsunuz. Dillerin öneminin kalmadığı bir an bu. Paha biçilebilir mi?