Öğrenme Sohbetleri 1 : Üniversiteler Kağıt Helva Gibi!

Bu röportaj ilk kez Ekim 2015’te http://www.ogrenmeyoldasi.com/egitim-sohbetleri-1-universiteler-kagit-helva-gibi/ yayınlanmıştır.

Üniversiteler Kağıt Helva Gibi!

“Biraz Uçarı, Biraz Haşarı, Bolca Neşeli, Biraz Evliya Çelebi, Biraz Meddah,Biraz Koç, Biraz Sürpriz, Biraz Eğitmen, Biraz Danışman ama en çok İnsan.”

Geçtiğimiz hafta “Öğrenme Çemberleri”nin konuğu olan Erim Hısım böyle tanıtıyor kendini. Öğretim üyeliğinin yanı sıra büyük firmalara danışmanlık yapıyor, eğitimler veriyor, kitap ve makaleler yayınlıyor. Başta Anadolu’dakiler olmak üzere tüm Türkiye’deki üniversiteleri yıl boyunca dolaşarak gençlere seminer ve konferanslar veriyor.

Samimi, sıradışı, eğlenceli, gençlerin çok sevdiği Erim hocayla eğitim ve gençlik üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

“Eğer sevdiğiniz işi yapıyorsanız, hayat boyu çalışmak zorunda kalmazsınız.”

Erim hocam sizi çoğu kişi tanıyor ama tanımayanlar da olabilir. Özellikle iş ve akademi dünyasında tanınan birisiniz. Erim hocayı nasıl bilirler?

Hazırcevap bilirler. Samimi bilirler, sıcak olduğumu düşünüyorum. Herkes sevmez. İnsanların duymaktan hoşlandıkları şeyleri biliyorum ama söylemiyorum. İnanmadığım şeyleri yaptıramazlar bana. O zaman da bazıları benden hoşlanmaz. Ukala bilirler. Egom var. Egomu umarım kullanmayı ve dengelemeyi başarabiliyorumdur. Egon yoksa bizim iş yapılamaz. 5000 kişinin karşısında çıkıp bir şey anlatmak tevazuyla çok kolay olmaz. Onu da içerecek egon, tabi bunu dengelemek lazım. Becerdiğimi iddia edersem söylediğimle çelişirim, umarım becerebiliyorumdur.

Web sitenizin anasayfasında: “Eğer sevdiğiniz işi yapıyorsanız, hayat boyu çalışmak zorunda kalmazsınız.” yazıyor. Bu sizin için ne ifade ediyor? Bir insan sevdiği işi nasıl bulabilir?

Ben çalışmıyorum, ben canım ne istiyorsa onu yapıyorum ve ona biraz para veren buluyorum. Pazartesi sendromum yok. Çünkü cumartesi pazar çalışıyorum. Aslında hiç çalışmadığım için sendromum yok.  Üniversite seminerlerinde şu soruyu ben bir sene sorguladım: Piyangodan büyük ikramiye çıkarsa ne yaparsın? Bu insanların büyük çoğunluğunda hayat değişimi demek. Hayatını baştan sona değiştiriyorsan doğru hayatı yaşamıyorsun demektir.

“ Piyangodan çıkan ikramiyeyle hayatını baştan sona değiştiriyorsan, doğru hayatı yaşamıyorsun demektir.”

Peki size piyangodan büyük ikramiye çıksa ne yapardınız?

Elbet ben de değiştiririm yani. Aynı mahallede başka bir eve taşınırım. Arabamı değiştirmem, yeni aldım. Piyangodan büyük ikramiye çıksa parayı ne yapcağımı biliyorum. Ben bir okul kurarım. Becerebildiğim büyüklükte bir üniversite kurarım. Çağdaş, eğlenceli, öğrenci odaklı. Mesela 8 odalı bir bina. Sonra onu büyütmeye çalışırım. Müjdat Gezen çok önemli bir şey yapıyor bu ülkede. Akademisi var, öğrencilerinin üstüne. Ufak ufak hisseleri var, Müjdat’ın hissesi yok orada. Müthiş bir şey yapıyor bu ülke için.

“Nool’cek bu gençliğin hali?”

Türkiye’nin dört bir yanında üniversite öğrencilerineNool’cek Benim Geleceğim başlıklı konferans ve eğitimler veriyorsunuz. Bu gençlik nereye gidiyor? Nool’cek bu gençlerin geleceği Erim hocam?

Valla yazabilir misin bilmiyorum ama gençliğin nereye gittiğini Gezi Parkı’nda anladık. Hee diyeceksin ki gençlerin yaptığının hepsi doğru mu? Tabi ki değil. Ama onların boşvermiş, umursamaz, aldırmaz olmadıklarını anladık. He bir de kuşaklar olayı var. Biz Y kuşağıyla daha çok temas ettik. Bir de Z var. Z’ler şimdi 15 yaşına geldi bile. Esas zorluk orada. Şimdi biz Y ile uğraştık uğraşıyoruz. Y yi bir yere toplamak zor, koordine etmek zor, örgütlemek zor. Z ise imkansıza yakın. Y ler ile ilgili şaşırdık. Ben bu anlamda hiç umutsuz değilim. Gence yetki ve sorumluluk verirsen karşılığını alacağını düşünüyorum. Kuşaklardan bağımsız söyleyeyim sana. Kim kıymet görmek istemez? Bir tane adam söyle bana sağlıklı, fikrinin alınmak istenmesinden hoşlanmasın. Bir kişi söyle ki ona değer verilmesinden hoşlanmasın. Y de böyle, Z de böyle olacak. Gençlerden ne bir kaygım var ne bir korkum var. Teslim olmaktan hiçbir sıkıntım yok.  

Gençlere kariyer ve koçluk hizmeti veriyorsunuz. Gençlerin en temel ihtiyaçları neler? Türkiye’de gençler neler bekliyor sizce?

Gençler güven istiyorlar, güvenelim istiyorlar. Değerli bulunmak istiyorlar. Farklı bir şey yok aslında. Farklı olan şeyi söyleyeyim. Biz şunu yaptık: Biz bize söyleneni sorgulamadan yaptık. Büyüğümüzün bir bildiği vardır dedik ve düşünmeden yaptık. Ben sonucun da iyi olduğunu düşünmüyorum. Şimdiki gençler sorguluyorlar.

“Yediğimiz domates aynı, domatesin tadını almaya bak.”

Ülkemizde birçok kişi sevdiği bölümü okuyamıyor, okuyanlar da mezun olduğunda istedikleri alanda çalışamıyor. Yapılan işlerde de bir tatminsizlik hakim. Bu jenerasyonla mı ilgili?

Tümüyle jenerasyona yüklememek lazım tabi. Şimdi o  kadar farkındalık var ki, dünyada olup biten her şeyi herkes bliiyor. Bir şeyin olmadığının sıkıntısını anlamak, onun varlığını bilmekle ilgili bir şey. Onun varlığından haberdar olmazsam yokluğunu da hissetmeyeceğim ki ben. Şimdi hepimiz her şeyi biliyoruz. Dolayısıyla daha çok şeyin eksikliği hissediliyor. Aslında çok şeye sahip olmak gerekmiyor. Gençlere bunu öğretmek de çok kolay değil. Benim jenerasyonumun da çözemediği bir şey ama çözsek ne güzel olur. Yediğimiz domates aynı, domatesin tadını almaya bak. Kiminle yediğin önemli. Şu an memleketin bir yerlerinde akşam pazarından ucuz domates bulmaya çalışanlar var. Tadını çıkararak yiyeceklerse onu, mesele yok. Bir de en ala şarküteriden pırıl pırıl domates alıp nasıl yediklerini farketmeyenler var.

“Ustalık bir yanılsama. Çırak kalmak lazım hayatta”

Sunumlarınızda “Çırak kalma”nın öneminden bahsediyorsunuz. Bilginin  bu kadar çok olduğu ve herkesin usta olduğunu iddia ettiği bir dönemde çırak kalmak nasıl bir şey?

Ustalık şöyle bir şey; bir yanılsama ustalık. Evet deneyimle bir şeyler elde ediyorsun. Bir şeyleri daha iyi yapmaya başlıyorsun ama bazı şeyleri. O kadar çok şey var ki iyi yapamadığın. Aslında her halukarda çırağız. Çırak kalmak, sadece usta olmadığın alanları kabul etmek olsa gerek. Yani zor bir şey değil aslında. Bir benzetme yapayım mı? Heykeltraş en önemli eserini yapmış. Demişler: “Usta ne yaptın bee?” Demiş “Ben bir şey yapmadım. Sadece fazlalıkları ayıkladım” Galiba fazlalıkları ayıklarsan geriye de o kalıyor. Dolayısıyla çırağız yani.

Peki nasıl çırak kalınır? Siz nasıl kalıyorsunuz?

“Ben biliyorum abi” dediğin zaman tosluyorsun. Benim de başıma geliyor mu? Evet. Ya ben bu eğitimi 50 kere verdim deyip çalışmadan gittim ve tosladım. Kendi hazırladığım eğitimi daha evvel 50 kere verdiğim eğitimi anlatamadım ben. Bana nasıl yetişiyorsun diyorlar. şaştıkları şey eğitim programları dersler seminerler. Onların hazırlığını bilmiyorlar. Bir de onu bilseler korkacaklar. Geçenlerde bir eğitimim var, call center eğitimi. Hepsinin ses kayıtlarını almıştım, üzerinde çalışacağız. Ben eğitimi verdim, verdikten sonra da kayıtları dinlemem lazım. E zaman lazım. Bursa’dan dersten dönüyorum yorgunum, uykusuzum. Kulaklığımı aldım deniz otobüsünde oturdum kayıtları dinledim. İnsanlar da zannedecek ki müzik dinliyor. Onu dinledim ki eğitim güzel olsun. Ne soracağımı anladım, neye takıldıklarını anladım.

“Üniversiteler kağıt helva gibi!”

Erim Hısım 2

Türkiye’de eğitim her zaman tartışılan bir konu. Bir öğretim görevlisi olarak ülkemizdeki akademi ve üniversite sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kağıt helva! Epeydir yemiyorum ama değişmiş olma ihtimali çok fazla değil. Kağıt helvanın içinde tatlı bir kısmı olur. Kağıt helvayı yersin, kenarlarında o baldan yoktur. Herhalde ortasında gelir dersin. Orayı yersin, burayı yersin, kağıt helva biter. Bir bakarsın balı malı yok. Tadını alamazsın. Bizim üniversitelerimiz de böyle. İşin özü yok, teorisi var.

Kağıt helvanın içindeki bala, o öze nasıl ulaşacağız peki?

Şimdi diyelim ki, sen hocamsın. Bana duvara koşa koşa çarparsam ne olacağını anlatıyorsun. Nereden öğrendin sen onu? Kitaptan okudun. Hiç yaşadın mı? Hayır. Ben yaşıyor muyum? Hayır. Sen beni bir duvara koşa koşa toslatsana bakalım. Önce sen yapmış olsana bunu. Burnunun direği nasıl sızlar bir görsek ya. Bunlar yok. O zaman da kağıt helva. Başka bir benzetme: Çift kaşarlı tost. Dünyada çift kaşarlı tost bir tek Türkiye’de vardır. Kimse 2 kaşar koymaz tosta. Çift kaşar iyi niyet göstergesi gibi müşterinin de beklentisi. Çift kaşar der ama yine de bir kaşara denk gelmez. Üniversite de öyle çift kaşarlı tost gibi. Diploma alır mezun olursun, bir şey öğrenmezsin. Hayata atılırsın, “yahu bize öğretilenlere benzemiyor” dersin.  

Üniversite ile iş dünyası arasında bir uçurum söz konusu. İş hayatına atılan gençler büyük bir duvara toslamış gibi hissediyorlar gerçekten. Bu uçurum nasıl kapanır?

Birçok şey yapılabilir bununla ilgili. Bir tanesi şu: Üniversite eğitiminin içine uygulamayı koymak lazım. Bazı üniversitelerde akademi dışında insanlar geliyor yüksek lisans derslerine. Hocaların yarısı uygulamacı. CEO geliyor, ders anlatıyor, fabrika müdürü geliyor, ders anlatıyor. O da öğreniyor. Sonra ne oluyor, eğitimin içine giriyor. O zaman duvara toslamazsın. Biz akademik eğitimde idealleri anlatıyoruz. Hayata bakarsan onlar yok, hiçbir yerde yok. “Dedemin zamanında vardı” diye anlatan bulursun belki. Başka bir gerçek var artık, hoca onu bilmiyor. Hoca onu bilmediği için çocuk da o yüzden duvara tosluyor. Ama sen çalışma hayatından birini alıp anlattırırsan başka. Akademik baza itirazım yok. Teorik bilgi  önemli, altyapıyı veriyor. Şimdi bir pizza sipariş edelim mesela. Neli olduğunu söyleyeceğiz ama onun bir tabanı olacak. Neli olduğuna sen karar ver, ama neyin üstüne koyacak pizzayı. Bir hamur lazım. O hamur da teori. Üniversite tabanını versin ama malzemeyi biz seçelim, sucuğu, salamı, sosisi uygulamacıdan alalım. Lezzetli olsun.

“Eğitim bumerang gibi; Verirsen alıyorsun..”

Madem metaforlardan gidiyoruz, bir metafor daha isteyeyim. Eğitim peki sizce nedir? Bir metaforla anlatacak olsaydınız neye benzetirdiniz?

Şu meşhur deniz yıldızı hikayesi var ya. Ben bugün birinden mesaj aldım. Yolda gelirken gözlerim doldu. “Bilmem kaç senesinde üniversitede seminere gelmiştiniz. Şu deniz yıldızlarından bir tanesiyim” diyor. “Benim kafamı karıştırdın, şunu yaptın, bunu yaptın, ben senin yüzünden şimdi İK’cı oldum. Şimdi şöyle deneyimlerim var ve iş arıyorum. Takip ediyorum biliyorum, yoğunsunuz. Acaba bana ayıracak küçük bir vaktiniz olur mu, CV’me bakabilir misiniz?” Hemen yolda yazdım ona: “Ne Cv ne bakması. Önümüzdeki hafta görüşelim.” Eğitim bu işte! Verirsen alıyorsun. Bumerang gibi.

Gençler sizi seviyor ve dinliyor. Üniversitede okuyan, yeni mezun olan, kariyerinin başındaki genç arkadaşlara kulağa küpe ne inciler verirsiniz?

Kalbin sesini dinlemek, oradan bir tını yakalamak. Her zaman doğruya da götürmeyebilir seni, deneme yanılmaya da ihtiyaç var. Ben de ilk tekstil işine girdim üniversiteyi bitirir bitirmez. Dedim bu ne? Hiç bana göre değil. İstatistik Enstitüsü deneyimim oldu,  1 yıl çalıştım. Anladım benim devletle de işim olmaz. Sonra bir şirketim oldu, danışmanlıkla ilgili. Hiç hoşlanmadım. Danışmanlıktan değil o işin ticaretinden. Ben fatura kesmek istemiyorum, tahsilat yapmak istemiyorum, çeke dokunmak istemiyorum. Bar cafe işletmeciliği de yaptım. Sonra buldum. Bu benim gönlümün sesi. Bunu bulmak lazım. Ben de hemen bulamadım. Denemekten korkmamak ve başarısızlıklardan da asla yılmamak gerek.

“Kim öğrenirse öğretebilir. Bir sınıfta en çok öğretmen öğrenir”

Gençlere incilerimizi taktık. Öğretmenlerin de kulaklarını çınlattık, onlar da incisiz kalmasın. Öğretmenler ne yapsın?

Ne yapsak da bu çocuklar öğrenmeseler? diye uğraşıyor sanki bazı öğretmenler. Eğitim aldıkça şablonlara giriyor çocuklar. Onları şablonlara sokmadan öğretmek önemli. Öğretirken birlikte öğrenmek önemli. İşini sevmeden eğlenmeden yapmak olmaz. Ne yapıyorsak aşk ile yapmalı. Öğretmenler de çırak olmayı unutmamalılar. Kim öğrenirse öğretebilir. “Bir sınıfta en çok öğretmen öğrenir” i unutmasın öğretmenler.

Keyifli sohbeti için Erim hocamıza teşekkürlerimizle.

Eda Bayraktar